Dünyadaki tüm Lindy Hop dansçılarının, dinlemekten ve dans etmekten en çok keyif aldığı; eğlendiren, coşturan, enerji yükselten ve kendine hayran bırakan müziğiyle, prestijli Lindy Hop festivallerinin vazgeçilmezi Gordon Webster Band’i 13 Şubat 2015’de İstanbul’da konuk ediyoruz.
Dört yaşında piyano çalmaya başlayan, daha sonra Toronto Üniversitesi’nde caz piyanistliği okuyan Gordon Webster, 2001 senesinde Lindy Hop’u keşfetti ve hem dansçı hem de müzisyen olarak dans etklinliklerine katılmak için seyahat etmeye başladı. Ardından New York’a taşındı ve Manhattan School of Music’de yüksek lisans eğitimini tamamladı.
Swing dans dünyası için benzersiz bir grup olarak görülen ve katıldığı tüm festivallerde heyecanla beklenen Gordon Webster Band ile çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdik:
Müziğini tanımayan okuyucularımız için müzik stilini ve kariyerini biraz anlatabilir misin?
Tabii. Diyebilirim ki çok yüksek bir yüzdeyle, yani %90lar civarında çıktığım konserlerde dansçılara çalıyorum ve müzik tarzım Lindy hop dansçılarına yönelik oluyor.
Günümüzde bir çok swing grubu kendilerini kuvvetli bir biçimde belirli bir dönem veya belli bir stille tanımlamaktadır. Mesela 1950ler veya kesinlikle Count Basie sound’u olmayan veya erken dönem swing müziği gibi. Ancak biz müziğimizi bir çok dönem ve tarzdan topluyoruz. Müziğimizde daha geleneksel caz öğeleri var, mesela Fats Waller, erken Duke Ellington, ve Count Basie’den başlayarak geç dönem swing müziğine ait öğeler bulunmakta. Benny Goodman’dan çıkıp Oscar Peterson ve Jean Harris’e kadar daha modern tarzlara da yöneliyoruz.Ancak müziğimizdeki birleştirici karakteristik ”dans edilebilirlik”.
Müziğinizin bir açıdan da modern olduğunu söyleyebilir misin?
Kişisel olarak bunu duyduğumu söyleyebilirim. Evet, kesinlikle grupta bunun etkisi var, modern diyebiliriz. Müziğe caz müzisyeni olarak başladım ve üzerimde en çok etkisi olan ve halen izlerinin görüldüğü piyanist Oscar Peterson’dır.
New York’ta yaşıyorum ve burada kendisini de organik bulduğum geleneksel caz camiasının içindeyim. Mesela Cangelosi Cards ile çalıyorum. Bu grubun stilinin ve repertuarlarının eski döneme ait olduğunu biliyorsun. Şu an kendi yaptığım müziğin, yaklaşımı ve dili olarak bir çok karakteristiği bu şekilde topladım.
Kendi aranjmanlarını yapıyor musun?
Genelde aranjmanlarım yazılı değil, müzik yapıldığı esnada üretiliyor. Bunun yanı sıra çeşitli kombinasyonlarımız var. Mesela 31 Aralık’ta Snowball’da [Stockholm’de bir Lindy hop festivali] grupla birlikte Steven Mitchel ve Naomi Uyama çıktı. Ayrıca düzenli olarak bizimle birlikte konserlerde trompet çalan ve vokalleri söyleyen Jesse Selengut. Jesse Selengut’ı kendi grubu olan Tin Pan Blues Band sayesinde keşfetmiştim. Grubun bir çok üyesi çeşitli şekillerde yardımcı oluyorlar. Mesela Steven’ın bazı yazılı aranjmanları var. Bunlar eski döneme ait bazı kayıtlardan kopyalanmıştı ancak tarz olarak hepsi aynı döneme ait değil. Bu yüzden diyebilirim ki oldukça isyankar şeylerimiz var.
Naomi için yaptığımız aranjmanlar. Mesela bize ait olan benim tarafımdan aranje edilmiş bir bestemiz var.
Peki kendi aranjmanlarını mı yapmayı daha çok tercih ediyorsun ya da geleneksel olanları mı?
Diyebilirim ki otomatik olarak kendi aranjmanlarımı yapıyorum ve bunu da çoğunlukla konser esnasında sahnede yapıyorum. Hep aynı grup üyeleriyle seyahat ettiğimiz ve konserlere çıktığımız için bu şekilde gelişmeye devam ediyor. Sonunda bir parçayı grubun çalış şekli ortaya çıkarıyor. Kayıt aldığımız takdirde ise parça kaydın o versiyonunda kristalize oluyor. Konserlerde bunu taklit etmeye çalışıyoruz ancak tamamen bilinçli olarak değil, değiştirebiliriz de. Bir iki tane projemiz de olacak. Joshua Fit The Battle of Jericho mesela, buna yaptığımız bir aranjmanı 2014 yılının büyük bir kısmında kullandık.
Ve ünlü ”i like pie i like cake”
Evet onda spesifik bir çalış şeklimiz var.
[youtube url=”https://www.youtube.com/watch?v=fZAOEn_BeU0″ width=”560″ height=”350″]
Fakat bu daha çok doğaçlamaya yönelik bir şey öyle değil mi?
Evet, bu aslında neyi aranjman olarak tanımladığına göre değişir (gülüyor) İki farklı kısım var. Birincisi orkestrasyon gibi hangi enstrümanlar hangi spesifik notaları çalacaklar veya şu enstrümanlar bu bölümleri belli yapıda çalacak. Bunun yanında belli bir forma dikkat eden, introların nerede olacağı, kaç chorus çalınacağı gibi şeyler. Bizim spesifik aranjmanımızda da kaç chorus çalınacağı, kaç solonun ne kadar süre çalınacağı hepsi biliniyor ancak kendimize alan da tanıyoruz.
Müziği kariyerin yapmaya ne zaman karar verdin? Bir seyirci önünde verdiğin performanslardan hatırlayabildiğin en eski anın hangisi? Ve en önemlisi hangisi?
Annem ve babam klasik müzik icra ediyorlar. Ottawa Kanada’da büyüdüm. Babam ulusal orkestrada viyolonsel çalıyordu. Annem klasik müzik piyanisti ve çoğunlukla öğrencilere ders verir yine de arada sırada performanslara da katılır. Diyebilirim ki evimde oda müziği başta olmak üzere, her türden müzikle çevrelenmiştim. Annemin piyano öğrencileri de oldukça ileri seviye müzisyenlerdi.
Müzik bu yüzden her zaman aklımın köşesinde bir yerdeydi. Bu düşüncenin şekil alması ortaokuldan liseye geçtiğim dönemlere denk gelir. O dönemde bazıları rock gruplarında çalar, ben kimliğimi daha çok rock parçalarının içinde kendi öğelerimi yaratarak, kendi bölümlerimi oluşturarak buluyordum. Klasik müzikteki gibi nota nota çalmak yerine kulaktan duyarak çalmayı yeğliyordum. Caz doğaçlaması bunun doğal bir uzantısı oldu. 17 yaşımdayken abimden Oscar Peterson kayıtlarını hediye olarak aldım. O da bir müzisyen, saksofon çalıyor ve bir aranjör. Grubumuzdaki bazı parçaların aranjmanını da kendisi yaptı. Bütün aile müzisyenlerden oluşuyordu, sanıyorum daha o zamanlardan hayatımda ne yapacağım aşikardı ama 16-17 yaşlarındayken performanslar vermeye başladığım sıralarda daha somut bir biçimde anladım. Evet o benim için ana tercihti (gülüyor) Hatırlayabildiğim ilk performans anısını soruyorsun. Küçükken festivallerde çaldım, klasik müzik konserlerinde. Tıpatıp aynı notaları çalmam gerektiği için oldukça gergin olduğumu hatırlıyorum. Annemin asıl olarak öğrencileri için organize ettiği bir resitalde ben de yer almıştım. Hangi parça olduğunu hatırlayamıyorum ama Chopin veya Debussy idi. İnsanların benim çaldığım parçayı bildiğimi bildikleri ve benim yorumlamamamla ve üstelik notası notasına aynı çalmam gerektiği için oldukça gerilmiştim. Bir çok klasik müzik yapan müzisyenler sanıyorum bunun tam zıttını düşünüyorlar. Hangi notaları çalmaları gerektiğini bildikleri takdirde kendilerini daha rahat hissediyorlar. Ben bunun tam zıttında yer alıyorum. Kendim bir şeyler yapabilme özgürlüğüne sahip olduğumda bir çok fikir açığa çıkabiliyor.
Şimdiye kadar verdiğiniz en önemli konseriniz hangisiydi?
En önemli perfomansım hangisi mi? Aman tanrım, biraz ara verebilir miyiz? (gülüyor) Gerçekten muhteşem anılarım oldu. Lindy hop dansçıları için son dönemdeki kariyerimde, Frankie 100 festivalinde, New York’ta Terminal 5’te, sanıyorum Pazar gecesiydi, kendime karşı bir ”battle” gerçekleştirdim. Bir yanımda big band diğer yanımda 7 üflemelili daha küçük bir orkestra, diğer tarafta kendi orkestramın biraz daha küçük bir versiyonu. Ve kendi kendime Snowball’da yaptığımız gibi ”battle” yaptım. Burada (snowball’da) bir kaç sene arka arkaya Gentlemen and Gangsters ile çıktığımız modele benzetmiştik. Bir parça çalınıyor sonra başka bir parça sonra diğer taraf çalıyor, beşer parça çalınıyor, final parçasını tüm orkestralarda çalıyor veya birinci belli olduktan sonra final parçasına geçiliyor. Biz tabii konsept üzerinde biraz daha oynayıp sonunda çok büyük bir big band oluşturduk.
Bu Lindy hop röportajı için emniyetlir bir cevap. Bunun yanında lindy hop dışında gerçekten yeni bir takım şeylere de imza atıyorum. Darcy James Argue’nun bir grubu olan Secret Society ile birlikte çalıyorum. Oldukça modern tarzda bir grup bu. Şu sıralar bu grupla çalışmaya zamanım olmuyor ama dünyadaki bir çok önemli festivalde çaldığımızı söyleyebilirim.